Gündem: Nefret söylemi ve hakaret; bir kişi ya da
grubun dili, dini, ırkı, yaşı, cinsiyeti ya da cinsel yönelimini hedef alan
önyargı kaynaklı olumsuz ve saldırgan ifadelerdir. Nefret suçu ise doğrudan ya
da dolaylı şiddet barındıran suç/lardır. Ülkemizde nefret söylemine en çok
maruz kalan kesim olan LGBTİQ+ bireylerin, ayrıştırılması ve düşmanlaştırılması
üzerine birçok örneğin verilebilmektedir. Bu örneklerin çözümsüz ve adaletsiz
sona ermeleri toplumumuzdaki önemli sorunlardan biridir.
·
Nefret söylemleri, hakaretler ve ayrımcı suçların
hukuktaki yeri nedir?
Hukukta, nefret suçlarının her zaman nefret söylemi içermemesi ve tek başına nefret söyleminin yalnız veya bir şeyin içinde olması halinde her zaman nefret suçu oluşturamayacağı yer almaktadır. Nefret söylemleri, kaçınılmaz olarak demokratik düzeni yıpratmaktadır. Çünkü insanın en temel hakkı olan ‘yaşama ve katılım hakkı’ ihlal edilmiş olur. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 1997’de kabul ettiği R(97) 20 sayılı tavsiye kararında nefret söylemini; “ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, antisemitizm veya hoşgörüsüzlük ifade eden saldırgan milliyetçilik de dâhil olmak üzere, hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her türlü ifade biçimidir” şeklinde tanımlamıştır.
Kanunlarda
nefret suçunun nasıl tanımlanması gerektiğine örnek olması açısından, Amerika
Birleşik Devletleri tarafından 1990 yılında kabul edilen “Nefret Suçları
İstatistik Kanunu” (Hate Crime Statistics Act) kapsamında yapılan tanımlamaya
göre, nefret suçlarının; ırk, din, cinsel yönelim veya etnik kökene dayalı
önyargıya dair izlerin belirgin olarak suça uygun biçimlerde ortaya çıktığı;
kasten insan öldürme, tecavüz, nitelikli saldırı, adi saldırı, tehdit,
hırsızlık, mala yönelik tahrip etme ve zarar verme veya Vandalizm suçları”
olarak tanımlandığı görülmektedir. O halde nefret suçunun
iki unsuru taşıması gerekir. Ceza kanununda düzenlenmiş olan bir suçun mevcut
olması ve failin, bu suçu, mağdurun belirli bir gruba aidiyetinden kaynaklanan
nefret sebebiyle ya da önyargı ile işlemiş olması. Nefret söyleminde olduğu
gibi, nefret suçlarındaki grupların belirlenmesinde de o gruba karşı duyulan
önyargının, sosyal bir bağlantısının olması veya bir dünya görüşünün parçası
olması gerekir.
Nefret suçları ile ilgili en önemli sorun, failin önyargısının belirlenmesi konusunda ortaya çıkmaktadır. Failin sahip olduğu önyargının hangi delillere dayanarak belirleneceği ve bu önyargının suçun işlenmesindeki motive edici veya kolaylaştırıcı nasıl bir etkiye sahip olduğu tartışmanın esasını oluşturmaktadır Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, birçok ülkede özel olarak ‘nefret suçları’nı düzenleyen kanunlar bulunmaktadır. Bu kanunlar ile bir suçun nefret sebebi ile işlenmesi cezayı arttırıcı neden olarak kabul edilmektedir. Nefret suçlarında failin kusuru daha yoğun ve zarar daha kapsamlıdır. Suç politikası açısından karar verilmesi gereken önemli husus, nefret suçunun bağımsız bir suç olarak mı, yoksa suçun ağırlatıcı hali olarak mı düzenleneceğidir.
·
Nefret söylemi ve ifade özgürlüğü hangi noktada
ayrılır?
Nefret söyleminin, ifade
özgürlüğü içerisinde belirtilmemesi iki ana temele dayanır. İlk olarak; nefret
söyleminin, temel hak ve özgürlüklere müdahale etmesinin hakkı kötüye kullanma
olarak değerlendirilmesidir. Bir diğeri ise temel hak ve özgürlüklere müdahale
eden bu söylemlerin bir sınırlandırmaya tabii tutulması gerektiğidir. Bu
sebeple; nefret söylemi ve hakaret, ifade özgürlüğü kapsamından çıkmaktadır.
Ayrıca toplumlarda en sık görülen durum ise, nefret söylemi ile mücadele
etmemenin bu durumu normalleştirmesidir. Nefret söyleminin/suçlarının yol
açtığı maddi ve manevi zararların normalleştirilmesi durumunda, toplumun yanlış
algılar içerisinde olması gayet doğaldır.
·
Ülkemizde nefret söylemleri/suçlarının ana hedefi
LGBTİQ+ bireyler midir?
Nefret söylemlerine en
çok rastlanılan yer olan medyadan başlamak gerekirse; hak temelli habercilik ve
özel hayatın gizliliği hakkını gözetmek gerekmektedir. LGBTİ’leri hedef alan nefret
söyleminin medyadaki yeri, ülke gündemine bağlı kalmaksızın devamlı olarak
görüldüğü, sosyal ve ana akım medyanın bu devamlılıkta büyük yer kapladığı
söylenebilmektedir.
Örneğin; 27 Mayıs 2013
tarihli Vatan gazetesindeki bir haber, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde eşcinsel
evliliğin yasa kapsamına alınmasına karşı doğan tepkileri konu alıyor. Cinsel
yönelimi farklı olanların söz hakkının tanınmadığı haberin tamamında,
eşcinsellerin hak mücadelesine karşı olan hareketlerden bahsediliyor,
eşcinselleri ‘sapkın’ ve ‘toplum düzenini bozan unsurlar’ olarak görenlerin
sözlerine yer veriliyor. Haberin büyük puntolarla atılan başlığı Avrupa’nın
genelinde eşcinsellerin istenmediğine dair önyargıyı güçlendiriyor, cinsel
yönelimi farklı olanları ötekileştiriyor.
Bunun
yanı sıra yeni medyanın yaygınlaşması ve etkin bir biçimde kullanılmaya
başlanmasıyla birlikte gündeme gelen etik sorunlardan biri de yeni medyanın
nefret söyleminin üretime, yaygınlaşmasında ve kanıksanmasına olan olumsuz
katkısıdır. Günümüzde internetin
sağladığı sınırsız olanaklar ve internet üzerinde denetimin zorlukları,
özellikle profesyonel meslek mensubu olmayan kullanıcılar tarafından hak ihlali
sınırlarının aşılmasını kolaylaştırmıştır. Kullanıcıların bireysel
etik anlayışına terk edilen sosyal medyada yaygınlaşan nefret söylemi, LGBTİQ+
bireylerin maruz kaldıkları baskıyı daha da arttırmıştır.
Nefret söylemi, gerek geleneksel medyada gerekse yeni medyada farklı biçimlerde ortaya çıkabilmektedir; ötekileştirilen bir gruba, grup kimlikleri nedeniyle yönlendirilmiş direkt nefret ya da meydana gelen ve bazı durumlarda suç unsuru taşıyan bir fiilin sahibinin grup kimliğine yapılan gereksiz vurgu. Ötekileştirilen bir gruba, grup kimliği nedeniyle yönlendirilmiş direkt nefrette toplumsal yargılar egemendir; medya aracılığıyla yeniden ve yeniden üretilirler.
·
Zorbalık ve ötekileştirme sonucu bireyin iyilik hali,
Grup
normlarına uymamanın zorbalık ve ayrımcılık riskini arttırdığı göz önünde
bulundurulduğunda, LGBT bireylerin, sözel aşağılamadan fiziksel şiddete kadar
çevreleri tarafından çeşitli şekillerde şiddet ve suçlara maruz kaldıkları
öngörülebilmektedir. LGBT kimliği ile psikolojik iyilik hali arasındaki ilişki
ve zorbalık deneyimlerinin psikolojik iyilik hali üzerindeki olumsuz etkisini
araştıran çalışmalar yapılmıştır. Türkiye’de yapılan bir çalışmaya göre,
eşcinsel bireylerin, yönelimleri nedeniyle taciz şiddet ve ayrımcılığa maruz
kaldıkları belirtilmiştir. Ayrıca açılma sürecinde, yaşadıkları olumsu
deneyimlerin bireylerde korku ve kaygı bozukluğu bıraktığının altı net bir
biçimde çizilmiştir.
LGBTİQ+
kimliğinin şiddete maruz kalma riskini arttırmasının yanı sıra, LGBTİQ+
bireyler arasında transgender bireylerin kötü muameleye maruz kalma konusunda
daha da risk altında olduğu tartışılmaktadır. Ataerkil toplum yapısının
getirdiği cinsiyet rollere bağlı olarak, transgender bireylerin kendi
içerisinde trans kadınların daha çok şiddete maruz kaldığı öne sürülmektedir.
· Türkiye bu noktada
nerede?
Türkiye’de nefret
suçlarını ve cinayetlerini düzenleyen bir yasa olmaması sebebiyle, bu suçlardan
yakalanan veya ceza görenlerin hesabını tutan resmi istatistikler bulunmamakta.
Bu konuda daha çok bağımsız uluslararası kuruluşların ve Türkiye’de bulunan
LGBT derneklerinin yaptıkları çalışmalardan faydalanılabiliyor. ILGA
(International Lesbian and Gay Assoctiaton)’nın LGBT bireylerin insan hakları ve
durumlarını ölçen Rainbow Index isimli ölçeğine göre Türkiye 2014 yılında
toplam 14 puan alarak Avrupa ülkeleri arasında sondan 7.sıraya yerleşmiş
durumda. Üstelik bu sıralama 2013 yılında da aynı şekilde imiş. Türkiye’nin,
İlerleme Raporlarına ve sivil toplumun çalışmalarına yansıyan vakalara rağmen
bu tarz bir sıralamada ilerleyememiş olması da söz konusu nefret suçları ve
cinayetleri açısından gelişme sağlanmadığı şeklinde yorumlanabilir. Dahası bu
ölçekte ayrımcılık ve nefret söylemleri her açıdan incelendiğinden, nefret cinayetlerine
kurban giden bireylerin sayısı da azımsanamayacak boyuttadır.
SPOD (Sosyal Politikalar,
Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği)'nin 2012 yılında Cinsel
Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Açısından İnsan Hakları İhlalleri üzerine
hazırladığı rapora baktığımızda 2012 yılında 11 LGBT bireyin nefret
cinayetlerine kurban gittiği görülüyor. Raporda da belirtildiği üzere bu tarz
suçların büyük bir kısmı adli kayıtlara yansımıyor, dolayısıyla derneğin
açıklamalarına göre gerçek kurban sayısı 11’den çok daha fazla. KaosGL’nin
benzer bir raporunda da 2012 yılında 11 LGBT bireyin nefret suçu sebebiyle
yaşamını kaybettiği belirtiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder