2 Ağustos 2021 Pazartesi

Temmuz Okumaları 2 - LGBTQİA+ ve İnsan Hakları Ortak Okuması - Nefret Söylemi

 Gündem: Nefret söylemi ve hakaret; bir kişi ya da grubun dili, dini, ırkı, yaşı, cinsiyeti ya da cinsel yönelimini hedef alan önyargı kaynaklı olumsuz ve saldırgan ifadelerdir. Nefret suçu ise doğrudan ya da dolaylı şiddet barındıran suç/lardır. Ülkemizde nefret söylemine en çok maruz kalan kesim olan LGBTİQ+ bireylerin, ayrıştırılması ve düşmanlaştırılması üzerine birçok örneğin verilebilmektedir. Bu örneklerin çözümsüz ve adaletsiz sona ermeleri toplumumuzdaki önemli sorunlardan biridir.

·       Nefret söylemleri, hakaretler ve ayrımcı suçların hukuktaki yeri nedir?

Hukukta, nefret suçlarının her zaman nefret söylemi içermemesi ve tek başına nefret söyleminin yalnız veya bir şeyin içinde olması halinde her zaman nefret suçu oluşturamayacağı yer almaktadır. Nefret söylemleri, kaçınılmaz olarak demokratik düzeni yıpratmaktadır. Çünkü insanın en temel hakkı olan ‘yaşama ve katılım hakkı’ ihlal edilmiş olur. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 1997’de kabul ettiği R(97) 20 sayılı tavsiye kararında nefret söylemini; “ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, antisemitizm veya hoşgörüsüzlük ifade eden saldırgan milliyetçilik de dâhil olmak üzere, hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her türlü ifade biçimidir” şeklinde tanımlamıştır.

Kanunlarda nefret suçunun nasıl tanımlanması gerektiğine örnek olması açısından, Amerika Birleşik Devletleri tarafından 1990 yılında kabul edilen “Nefret Suçları İstatistik Kanunu” (Hate Crime Statistics Act) kapsamında yapılan tanımlamaya göre, nefret suçlarının; ırk, din, cinsel yönelim veya etnik kökene dayalı önyargıya dair izlerin belirgin olarak suça uygun biçimlerde ortaya çıktığı; kasten insan öldürme, tecavüz, nitelikli saldırı, adi saldırı, tehdit, hırsızlık, mala yönelik tahrip etme ve zarar verme veya Vandalizm suçları” olarak tanımlandığı görülmektedir. O halde nefret suçunun iki unsuru taşıması gerekir. Ceza kanununda düzenlenmiş olan bir suçun mevcut olması ve failin, bu suçu, mağdurun belirli bir gruba aidiyetinden kaynaklanan nefret sebebiyle ya da önyargı ile işlemiş olması. Nefret söyleminde olduğu gibi, nefret suçlarındaki grupların belirlenmesinde de o gruba karşı duyulan önyargının, sosyal bir bağlantısının olması veya bir dünya görüşünün parçası olması gerekir.

 Nefret suçları ile ilgili en önemli sorun, failin önyargısının belirlenmesi konusunda ortaya çıkmaktadır. Failin sahip olduğu önyargının hangi delillere dayanarak belirleneceği ve bu önyargının suçun işlenmesindeki motive edici veya kolaylaştırıcı nasıl bir etkiye sahip olduğu tartışmanın esasını oluşturmaktadır Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, birçok ülkede özel olarak ‘nefret suçları’nı düzenleyen kanunlar bulunmaktadır. Bu kanunlar ile bir suçun nefret sebebi ile işlenmesi cezayı arttırıcı neden olarak kabul edilmektedir. Nefret suçlarında failin kusuru daha yoğun ve zarar daha kapsamlıdır. Suç politikası açısından karar verilmesi gereken önemli husus, nefret suçunun bağımsız bir suç olarak mı, yoksa suçun ağırlatıcı hali olarak mı düzenleneceğidir.

·       Nefret söylemi ve ifade özgürlüğü hangi noktada ayrılır?

Nefret söyleminin, ifade özgürlüğü içerisinde belirtilmemesi iki ana temele dayanır. İlk olarak; nefret söyleminin, temel hak ve özgürlüklere müdahale etmesinin hakkı kötüye kullanma olarak değerlendirilmesidir. Bir diğeri ise temel hak ve özgürlüklere müdahale eden bu söylemlerin bir sınırlandırmaya tabii tutulması gerektiğidir. Bu sebeple; nefret söylemi ve hakaret, ifade özgürlüğü kapsamından çıkmaktadır. Ayrıca toplumlarda en sık görülen durum ise, nefret söylemi ile mücadele etmemenin bu durumu normalleştirmesidir. Nefret söyleminin/suçlarının yol açtığı maddi ve manevi zararların normalleştirilmesi durumunda, toplumun yanlış algılar içerisinde olması gayet doğaldır. 

·       Ülkemizde nefret söylemleri/suçlarının ana hedefi LGBTİQ+ bireyler midir?

Nefret söylemlerine en çok rastlanılan yer olan medyadan başlamak gerekirse; hak temelli habercilik ve özel hayatın gizliliği hakkını gözetmek gerekmektedir. LGBTİ’leri hedef alan nefret söyleminin medyadaki yeri, ülke gündemine bağlı kalmaksızın devamlı olarak görüldüğü, sosyal ve ana akım medyanın bu devamlılıkta büyük yer kapladığı söylenebilmektedir.

Örneğin; 27 Mayıs 2013 tarihli Vatan gazetesindeki bir haber, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde eşcinsel evliliğin yasa kapsamına alınmasına karşı doğan tepkileri konu alıyor. Cinsel yönelimi farklı olanların söz hakkının tanınmadığı haberin tamamında, eşcinsellerin hak mücadelesine karşı olan hareketlerden bahsediliyor, eşcinselleri ‘sapkın’ ve ‘toplum düzenini bozan unsurlar’ olarak görenlerin sözlerine yer veriliyor. Haberin büyük puntolarla atılan başlığı Avrupa’nın genelinde eşcinsellerin istenmediğine dair önyargıyı güçlendiriyor, cinsel yönelimi farklı olanları ötekileştiriyor.

            Bunun yanı sıra yeni medyanın yaygınlaşması ve etkin bir biçimde kullanılmaya başlanmasıyla birlikte gündeme gelen etik sorunlardan biri de yeni medyanın nefret söyleminin üretime, yaygınlaşmasında ve kanıksanmasına olan olumsuz katkısıdır. Günümüzde internetin sağladığı sınırsız olanaklar ve internet üzerinde denetimin zorlukları, özellikle profesyonel meslek mensubu olmayan kullanıcılar tarafından hak ihlali sınırlarının aşılmasını kolaylaştırmıştır. Kullanıcıların bireysel etik anlayışına terk edilen sosyal medyada yaygınlaşan nefret söylemi, LGBTİQ+ bireylerin maruz kaldıkları baskıyı daha da arttırmıştır.

            Nefret söylemi, gerek geleneksel medyada gerekse yeni medyada farklı biçimlerde ortaya çıkabilmektedir; ötekileştirilen bir gruba, grup kimlikleri nedeniyle yönlendirilmiş direkt nefret ya da meydana gelen ve bazı durumlarda suç unsuru taşıyan bir fiilin sahibinin grup kimliğine yapılan gereksiz vurgu. Ötekileştirilen bir gruba, grup kimliği nedeniyle yönlendirilmiş direkt nefrette toplumsal yargılar egemendir; medya aracılığıyla yeniden ve yeniden üretilirler.

·       Zorbalık ve ötekileştirme sonucu bireyin iyilik hali,

Grup normlarına uymamanın zorbalık ve ayrımcılık riskini arttırdığı göz önünde bulundurulduğunda, LGBT bireylerin, sözel aşağılamadan fiziksel şiddete kadar çevreleri tarafından çeşitli şekillerde şiddet ve suçlara maruz kaldıkları öngörülebilmektedir. LGBT kimliği ile psikolojik iyilik hali arasındaki ilişki ve zorbalık deneyimlerinin psikolojik iyilik hali üzerindeki olumsuz etkisini araştıran çalışmalar yapılmıştır. Türkiye’de yapılan bir çalışmaya göre, eşcinsel bireylerin, yönelimleri nedeniyle taciz şiddet ve ayrımcılığa maruz kaldıkları belirtilmiştir. Ayrıca açılma sürecinde, yaşadıkları olumsu deneyimlerin bireylerde korku ve kaygı bozukluğu bıraktığının altı net bir biçimde çizilmiştir.

LGBTİQ+ kimliğinin şiddete maruz kalma riskini arttırmasının yanı sıra, LGBTİQ+ bireyler arasında transgender bireylerin kötü muameleye maruz kalma konusunda daha da risk altında olduğu tartışılmaktadır. Ataerkil toplum yapısının getirdiği cinsiyet rollere bağlı olarak, transgender bireylerin kendi içerisinde trans kadınların daha çok şiddete maruz kaldığı öne sürülmektedir.

 

·       Türkiye bu noktada nerede?

Türkiye’de nefret suçlarını ve cinayetlerini düzenleyen bir yasa olmaması sebebiyle, bu suçlardan yakalanan veya ceza görenlerin hesabını tutan resmi istatistikler bulunmamakta. Bu konuda daha çok bağımsız uluslararası kuruluşların ve Türkiye’de bulunan LGBT derneklerinin yaptıkları çalışmalardan faydalanılabiliyor. ILGA (International Lesbian and Gay Assoctiaton)’nın LGBT bireylerin insan hakları ve durumlarını ölçen Rainbow Index isimli ölçeğine göre Türkiye 2014 yılında toplam 14 puan alarak Avrupa ülkeleri arasında sondan 7.sıraya yerleşmiş durumda. Üstelik bu sıralama 2013 yılında da aynı şekilde imiş. Türkiye’nin, İlerleme Raporlarına ve sivil toplumun çalışmalarına yansıyan vakalara rağmen bu tarz bir sıralamada ilerleyememiş olması da söz konusu nefret suçları ve cinayetleri açısından gelişme sağlanmadığı şeklinde yorumlanabilir. Dahası bu ölçekte ayrımcılık ve nefret söylemleri her açıdan incelendiğinden, nefret cinayetlerine kurban giden bireylerin sayısı da azımsanamayacak boyuttadır.

SPOD (Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği)'nin 2012 yılında Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Açısından İnsan Hakları İhlalleri üzerine hazırladığı rapora baktığımızda 2012 yılında 11 LGBT bireyin nefret cinayetlerine kurban gittiği görülüyor. Raporda da belirtildiği üzere bu tarz suçların büyük bir kısmı adli kayıtlara yansımıyor, dolayısıyla derneğin açıklamalarına göre gerçek kurban sayısı 11’den çok daha fazla. KaosGL’nin benzer bir raporunda da 2012 yılında 11 LGBT bireyin nefret suçu sebebiyle yaşamını kaybettiği belirtiliyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Üyelerimizden Temmuz Değerlendirme Yazıları

Üyelerimizden Temmuz Ayı Değerlendirmeleri Bu ay toplumsal cinsiyet eşitliği aktivist grubunda regl yoksulluğundan bahsettik. İlk konu olara...