7 Ağustos 2021 Cumartesi

Üyelerimizden Temmuz Değerlendirme Yazıları

Üyelerimizden Temmuz Ayı Değerlendirmeleri

Bu ay toplumsal cinsiyet eşitliği aktivist grubunda regl yoksulluğundan bahsettik. İlk konu olarak regl yoksulluğunun seçilmesinin çok iyi olduğunu düşünüyorum. Eminim ki herkes benimle aynı fikirdedir. Ülkemizde regl hala ayıp, saklanılması gereken bir şey gibi görülüyor. Pedler siyah poşetlere konuluyor; ortalıkta görülmemesi, bulunmaması gereken hijyen ürünleri gibi görünüyorlar. Ama bunların tam tersine regl, biyolojik ve çok doğal bir şey. Regli, biyolojik ve normal bir şey olarak görmeyen toplumlar, regl olan bireylere sanki kirlilermiş ve regl döneminde bazı şeylerden uzak olmalılarmış gibi davranıyorlar. Regl dönemindeki bireyleri ibadet yerlerine almamak, belli başlı işleri yaptırmamak, regl olan kadınlara evlilik çağına gelmiş -ki regl genellikle 13-14 yaşlarında başlar- olarak bakmak; bunlardan sadece bazıları.

Bu toplumsal yargıların yanında menstüral hijyen ürünlerine ulaşamama, temiz suya ulaşamama ya da temiz tuvalete ulaşamama gibi sorunlar da regl yoksulluğunu doğurur. Ped, tampon gibi ürünlere uygulanan aşırı vergiler -Türkiye’de %18 vergi olması gibi- bazı kişilerin bu ürünlere ulaşamama, ulaşabilse de alamamasına yol açar. Bu ayki atölyelerde de bu sorunlardan bahsettik ve çözüm yolları bulmaya çalıştık.

Ma’at Society’nin LGBTQİA+ aktivist ekibinde ise genel olarak LGBTQİA+’dan bahsettik. Maalesef bu konu hakkında ülkemizde yanlış bilinen çok fazla bilgi var. Biz de bu ayki atölyelerimizde bir video ve makaleler üzerinden bu yanlış anlaşılmalarla ilgili konuştuk. Şimdi ben de benim ve arkadaşlarımın atölyede dile getirdiği düşüncelerden biraz bahsetmek istiyorum.

Bir insanın özenerek LGBTQİA+ olması mümkün bir şey değildir. Bu bir özenme işi değil, insanların içlerinden gelen bir duygudur. Bunun yanında bunun bir hastalık olduğu da söylenemez. Doğada 1500’ten fazla türde hemcinse karşı  duygu olduğu görülmüş ve 17 Mayıs 1990 tarihinde eşcinsellik DSÖ tarafından da hastalıklar listesinden çıkarılmıştır. Bu nedenle her yıl 17 Mayıs Homofobi, Bifobi, Transfobi Karşıtı Günü olarak kutlanmaktadır.

İki kişi arasında olan sevgiyi, toplumsal bir konu haline getirmek ne kadar doğru? Hiç doğru değil! Bu sevgi insanların özgürlüklerini kısıtlıyor mu? Hayır! Heteroseksüel olan kişilere bir zararı dokunuyor mu? Hayır! E o zaman kimsenin bir şey demeye hakkı yok. Nasıl bir kadınla bir erkeğin ilişkisinin olmasına kızılmıyorsa ya da toplumda garip karşılanmıyorsa aynı şekilde hemcinsine karşı sevgi duyan insanlar da toplum tarafından sevgi ve saygıyı hak eder.

LGBTQİA+ evliliklerine karşı olan kişilerin savundukları bir yargı da “Evliliğin gayesi ve amacı üremedir”. Gerçekten evlenen her çifte üreyecekler diye mi bakılmalıdır? Evlilik, birbirini seven iki kişinin resmi olarak hayatlarını birleştirmesi demektir. Buna üreme adı altında bakılmamalıdır! Her insan anne baba olmak zorunda da değildir! Size göre evliliğin amacı üreme ise, bir kadınla bir erkek evlendiğinde ve çocuk yapmadıklarında ya da çocuk istemediklerinde de evlenmesinler o zaman. Ayrıca 2021 yılındayız, eşcinsel evlilik yapıp çocuk sahibi olmak için bir sürü yol var. Çocuk sahibi olmak isteyen kişiler isterseler o yollara başvurabilirler.

Peki LGBTQİA+ bireyler ne istiyor? Ötekileştirilmemek, toplumun dışına itilmemek, eşit iş imkanlarına sahip olmak, belli sektörlerin içine hapsolmamak… İstedikleri tek şey herkes gibi eşit olmak! Bir insanı içinden gelen bir şey için toplumdan ötekileştirmek ne kadar yanlış bir şey.

Son olarak buraya videodan birkaç söz bırakmak istiyorum.

“Tedavi edilebilecek tek şey HOMOFOBİ'dir!”

“Varım ben, yok mu olacağım?”

-İpek Deren Özer

Ma’at Society derneğine katılalı yaklaşık bir ay oluyor ve bu bir ay içinde yaptığımız atölyeler sayesinde kendimi geliştirdim. Veganlık ve vejetaryenlik hakkında olan eksik bilgilerimi yapılan atölyeler sayesinde tamamlayarak kendime bir şeyler kattım. En önemlisi de dernek sayesinde benimle aynı alanda kendilerini eğiten, başka insanlara bilgi sağlayan kişilerle tanıştım. Özetlemem gerekirse dernek sayesinde hem kendimi geliştirdiğim, hem de yeni insanlarla tanıştığım için mutluyum.

 -Beste Su Bozkurt

Ma'at Society İnsan Hakları Aktivizm grubunun bu ay düzenlenen atölyesinde pandemi dönemi insan haklarının durumunu inceledik. Dört kişinin katılımıyla gerçekleşen atölye sunuş yoluyla anlatımdan çok katılımcıların görüşleriyle ilerlediği için farklı düşünceleri dinleyerek ve düşüncelere yönelen farklı perspektifleri tanıma imkânı sağlamıştır. Zaman zaman sitem ederek zaman zaman kişisel sorunlarımızı açarak kendimizi özgürce ifade ettiğimiz bir atölyeydi. Okuma metinleri yeterliydi. Onursalımız atölyeyi beklediğim gibi oldukça aktif olmamızı sağlayarak ilerletti. Atölyede emeği geçen, fikirlerini sunan herkese teşekkür ederim. Aklıma takılan kısım ise yaşanan olayları değerlendirerek nereye varacağımız oldu. Atölye benim için keyifli geçse de sitem etmekten ve paylaşımda bulunmaktan ibaretti. Paylaşımlarımı küçümsemek değil daha çok dört kişiden oluşan ve benzer fikirlerden oluşan bir grupta konuşulanların bizi ne kadar geliştirebileceği konusunda tereddüt ediyorum. Bir sonraki atölyede daha farklı ve ileri görüşlerle tanışmak dileğimle.

-Elif Eser

Ma’at Society, yeni kurulmasına rağmen oldukça hevesli ve aktif bir topluluk. Tüm üyeler de keza aynı şekilde bir şeyleri değiştirmek isteyen kişiler. Katılırken her ne kadar beklentim yüksek olsa da beklediğimden güzel bir ortam ile karşılaştım. Aynı veya farklı fikirlere sahip olduğum insanlarla tanıştım. Bence bu topluluğu günümüzdeki diğer aktivist topluluklarından ayıran en temel farklılık, üyesi olduğunuz onursalların size neredeyse her hafta makale ve video göndermesi. Böylece hiçbir fikrinizin olmadığı bir konuda dahi bilgi kirliliğine maruz kalmadan direkt işin aslını öğrenebiliyorsunuz. Onursalların gönderdiği bu makaleleri okuyup videoları izledikten sonra içerdikleri konu ve düşünceleri tartışıyoruz. Günümüzde sosyal medya sayesinde düşüncelerini paylaşmak ne kadar kolaylaşsa da bir o kadar zor. Lakin burada sizinle aynı görüşte insanları görünce düşüncelerinizi özgürce ifade edebiliyorsunuz. Karşıt görüşlerinizi de aynı şekilde gönül rahatlığı ile dile getirebiliyorsunuz çünkü buranın çok sıcak ve samimi bir ortamı var. Bu sebeplerden ötürü kendini ve çevresini geliştirip değiştirmek isteyenler için Ma’at Society birebir. Sonuçta hep söylediğimiz gibi: “Aktivizm senin için, aktivizm bizim için!”

-Serav Dicle Amaç

Geçirdiğimiz süre ve okuyup izlediğimiz içerikler kapsamında bu ay benim için gayet verimli oldu. İşlediğimiz regl yoksulluğu konusu hakkında tartıştığımız atölyede birbirimizi anlayabilmek için aynı cinsiyetten ya da aynı olayları yaşamış insanlar olmamız gerektiği bir kez daha çok iyi kavradım. Regl yoksulluğu hakkında onursalımızın bizlere attığım içerikleri izledik ve okuduk, her biri gayet net ve bilgilendiriciydi. Toplumda pek üstünde durulmayan, hep ötelenen bir konu olan regl yoksulluğu hakkında atölye yapacağımız öğrenmek en başında beni çok sevindirmişti zaten. Bu konuda düşünceli ve bilgili davranan ekip arkadaşlarımızla konuşmamız bile eminim ki bana ve ekipteki arkadaşlarıma çok şey katmıştır. Böyle bir toplulukta bulunabilmek ve şu ana kadar rahat bir iletişim ortamı oluşması, birbirimizin düşüncelerine önem verebilmemiz ve ileriye dönük davranmamız çok değerli. Her birimizin etrafına ve kendine daha da güzel şeyler katacağına eminim. 

- Nilsu Büyük 

Öncelikle bu toplulukta bulunduğum için gerçekten çok mutluyum. Üye arkadaşlarım olsun, onursallar olsun çok samimi ve içtenler. Şuana kadar çok fazla atölye yapamadık, hepsine katılmaya çalıştım ve katıldıklarım da gayet zevkli, bilgilendirici ve güzel geçti. Umduğumdan daha samimi bir ortamla karşılaştım. Gerçekten az bir süredir üye olsam da bilmediğim çok şey öğrendim. Aynı şekilde üye arkadaşlarımın da benim çektiğim zorluklar ya da gördüğüm, şahit olduğum haksızlıklara maruz kaldığını dinlediğimde tek olmadığımı ve bir çok insanın bunları yaşadığını gördüm . Toplumsal cinsiyet atölyemizde konuştuğumuz regl yoksulluğunun aslında ne kadar büyük bir problem olduğunu ve bunu çözmek için başvurabileceğimiz yolları öğrendim. Regl yoksulluğu hakkında izlediğimiz belgeselde de pedin ne olduğunu bile bilmeyen kızların bilgilendirilerek bir şeyler yapmaya çabalamaları ve bunu başarmaları, ped üretiminin başlaması ve onlar için çok daha rahat bir ortamın oluşması beni çok mutlu etti. LGBTIQA hakkında izlediğim YouTube videosunda iki tarafında tartışmasını çok dikkatli dinledim ve aslında bir çok LGBTIQA bireyinin toplum baskısı yüzünden yönelimlerini değiştirmeye çalışması, kendilerini buna zorlandığını öğrenmek, daha doğrusu direkt bunu yaşamış birinden dinlemek beni çok üzdü. Bu topluluğun amacında bu tür durumların daha az gerçekleşmesi, toplum tabularının yıkılması için de çalışmalar ve bilgilendirici atölyeler yapması çok hoş. Bu atölyelere dahil olmak beni çok mutlu ediyor. Umarım ilerde daha da güzel şeyler yaparız. Burada olmaktan  mutluluk duyuyorum.

- Zeynep Ersöz

Ma’at Society oluşumu içinde bulunduğum sürede çok iyi insanlar çok güzel fikirler ve iyi amaçlara tanık oldum. Pandemi şartlarından dolayı etkileşimin zor olmasına rağmen her türlü yakınlığı hissettiren herkese teşekkür ederim. Ma’at Society’nin alt dalları için konuşmam gerekirse gerçekten maalesef çok ihtiyaç duyduğumuz konular. Daha düzenli daha doğru ve daha yaşanabilir bir dünya için çabalıyoruz. Bu topluluk içinde başka fikirler gördüm olayları farklı bakış açılarından görme şansım oldu ayriyeten aynı fikirlerde gördüm bu sayede kendi fikirlerimi daha fazla alanda savunabilecek hale geldim. Genel olarak toparlamam gerekirse burada olduğum için mutluyum en büyük sebebi güzel şeyler için uğraşan insanları tanımak oldu elimden geldiğince katkı vermek. Son olarak daha güzel bir dünya sağlamaya çalışan herkese teşekkür ederim.

- Samet Yılmaz 

Ma’at Society topluluğunda bulunduğum için çok sevinçliyim. Bu kısa sürede birçok şey öğrenmiş oldum. Ve her konuda bilgilendirici , yardımcı bir topluluk. Düzenledikleri atölyeler çok faydalı. Bulunduğum hayvan hakları grubu sayesinde de kendime birçok şey kattım. Onursallarımızda çok iyi yardımcı oluyorlar. İlerleyen zamanlarda daha çok şey katacağıma , öğreneceğime inanıyorum. Birlikte çok güzel şeyler yapacağımızı düşünüyorum. Yeni insanlarla tanıştığım için mutluyum. Umarım her şey çok güzel olur.

- Nehir Erdemir

Ma’at Society’de katılmak istediğim atölyelere yaşadığım sorunlar yüzünden katılamasam da birbirimizden uzak olmamıza rağmen tüm samimiyetini hissettiğim kişilere teşekkür ederim. Okumalar gerçekten çok açık bir dilde yazılmış ve bilgilendirici metinler seçilmiş/hazırlanmış olması ve topluluktaki herkesin belirli bir amacının olması beni motive etti.  Umarım hepimizin bundan sonraki atölyelerde yeni katılacak olan üyelerle birlikte daha verimli geçirme fırsatı olur.

- Elif Beyza Yorulmaz

Temmuz ayında “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” adına sadece bir atölye yapabilmiş olsak da ben bunun oldukça verimi geçtiğini düşünmekteyim. Ayrıca topluluğun da ilk ayı olması nedeniyle “Aktivizm Nedir?” gibi konular üzerine de konuşabilme şansımız oldu. Maalesef bazı atölyeler iptal edilmiş olsa da yine de verimli bir ay geçirdiğimiz kanısındayım.

Geçtiğimiz ayın Toplumsal Cinsiyet Eşitliği atölyesinde “Regl Yoksulluğu” konusu üzerinde tartışmıştık. Konu üzerinde farklı başlıklar üzerinde durmuştuk (Adet yoksulluğu nedir, neden kaynaklanır, bu sorunun nasıl önüne geçilebilir…). Atölyede öncelikle regl yoksulluğunun olası nedenlerinden bahsettik ardından da ne gibi çözümlerle bu sorunu önleyebileceğimiz hakkında konuştuk. Ayrıca atölyeden önce konuyla ilgili onursalımızın hazırladığı bir yazıyı okuyup ardından da ilgili kısa bir belgesel izlememiz bence sorunun daha kolay anlaşılabilmesini sağladı.

Ve de oldukça faydalı olduğunu düşündüğüm bir noktaya değinmek istiyorum. Onursalımızın hazırladığı okumamızda okuyucuya yöneltilmiş sorular vardı. Bence bu çok iyi olmuş çünkü hem konu hakkındaki düşüncelerimizi yazıya döküp netleştirebilmemizi hem de bizlere atölyede konuşulabilecek konulara önceden hazırlanma imkanı sağlıyor.

Daha önceden de hem kendi çevremde hem dünya çapında genel bir regl yoksulluğu olduğunun farkına varmış olsam da bu konuyu atölyede başka kişilerle tartışmak hem yeni bakış açıları kazanmamı sağladı hem de konu hakkında sahip olduğum bilgileri çoğalttı. 

- Ece Özbek

Temmuz Okumaları 1 - İnsan Hakları - Pandemi Döneminde Alınan Kısıtlama Kararları

 PANDEMİ SÜRECİNDE ALINAN KISITLAMA KARARLARI

Türkiye’nin pandemiyle tanışması 11 Mart 2020 tarihine dayanmaktadır. İlk vakanın duyurulduğu günden bu yana, vaka sayılarında düşüşü sağlamak için getirilen pek çok kısıtlama mevcut. Kısıtlamalarla ilgili karar alınırken dikkat edilmesi gereken pek çok nokta bulunmaktadır. “Pandeminin yönetimi, bireysel ve toplumsal çıkarları dengeleyen belirli kararlar almayı gerektirmektedir. Bunun için bireysel hak ve özgürlükleri kısıtlayan tüm müdahalelerin gerekli, makul, orantılı, eşitlikçi, ayrımcı olmadan ve ulusal/uluslararası yasalara uygun olması önemlidir (8).”1

16 Mart 2020 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan genelgeye göre eğlence ve sanat sektörünün faaliyetlerine geçici olarak ara verildi. Sinemalar, tiyatrolar, konser salonları, çalgılı/müzikli lokantalar, tavernalar, alkollü mekanlar, eğlence mekanları, gece kulüplerinin bir geçici olarak bir süre hizmet vermeyeceği kararı, yayınlanan genelgede yer alıyordu. 

Genelge ile 81 ilde tiyatro, sinema, gösteri merkezi, konser salonu, nişan/düğün salonu,çalgılı/müzikli lokanta/kafe,gazino, birahane, taverna, kahvehane, kıraathane, kafeterya, kır bahçesi, nargile salonu, nargile kafe,internet salonu, internet kafe,her türlü oyun salonları, her türlü kapalı çocuk oyun alanları ( AVM ve lonakta içindekiler dahil ), çay bahçesi, dernek lokalleri,lunapark, yüzme havuzu, hamam, sauna, kaplıca, masaj salonu, SPA ve spor merkezlerinin faaliyetleri geçici bir süreliğine bugün saat 24.00 itibari ile durdurulacak.

 Vaka sayılarındaki değişimlere göre sokağa çıkma yasağı saatleri, kafelerin kapanması gibi yasaklar zaman zaman esnetilirken, sanat ve eğlence sektöründeki yasaklar tüm kısıtlamalar sona erene kadar esnetilmemişti. 


KISITLAMALARIN İNSANLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Pandemi sürecinde yöneticilerin üstüne düşen halkın sağlığını korumak kadar bu süreci sosyal, psikolojik, ekonomik olarak en az hasarla atlatabilmesini sağlamaktır. Bunu sağlamak ve halkını koruyabilmek için yöneticilerden beklenen, pandemi süreciyle alakalı, virüsün yayılımını ve etkisini azaltacak, her bireyin eşit şekilde faydalanabileceği önlemler almaktır. Türkiye, süreci en iyi yöneten ülkeler arasında bulunmamakta, hatta bu süreç içerisinde halkına en az destek çıkan üç ülke arasında yerini almaktadır. Mekan sahiplerinin, genelgeye göre hizmet veremeyecekleri süre boyunca yaşadıkları geçim sıkıntıları dolayısıyla borç ve giderlerini ödeyememeleri, mekanlarını kapatmak durumunda kalmaları ne yazık ki bunu kanıtlar niteliktedir. Yasakların başından beri hiç kalkmamasına bağlı olarak yaklaşık bir buçuk sene kadar hizmet veremeyen eğlence ve sanat sektöründe ise durum elbette vahim gözükmektedir. Müzisyenler, sanatçılar ve eğlence sektöründe çalışırken işsiz kalanların intihara başvurmaları sonucunda  pandemi süresince intihar oranları gittikçe yükselmektedir. 


KISITLAMALAR VASITASIYLA İNSAN HAYATINA MÜDAHALE





Yukarıda örnek olarak verilen ve takip ettiğiniz diğer haberlerde sunulan alkollü mekanların, eğlence mekanlarının,  pandeminin başından beri kapalı olması, Ramazan bayramı boyunca lokanta ve restoranların masada müşteri kabul edemeyip, belirlenen saatler arasında paket ve gel-al şeklinde hizmet verebilmesi, sokağa çıkma yasağı uygulanan kapanma günlerinde alkol satışlarının yasaklanması, gece 00.00’dan sonrası için getirilen müzik kısıtlamalarının ne derece virüsün yayılımını önlemek amacı güttüğü,  getirilen kısıtlamaların insan hayatına müdahale olup olmadığı, koronayı yenebilmek için etkili ve gerekli olup olmadığı konuları hakkında yorumlarınızı belirtiniz.


KAYNAKÇA

1.

https://www.researchgate.net/profile/Arif-Koeken/publication/341909534_ETIK_YONLERIYLE_CORONA_VIRUS_COVID_19_PANDEMISI/links/5ed8f6de299bf1c67d3bf2b7/ETIK-YOeNLERIYLE-CORONA-VI

2.

https://www.icisleri.gov.tr/81-il-valiligine-koronavirus-tedbirleri-konulu-ek-genelge-gonderildi

3.

https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-57565706

4.

https://www.posta.com.tr/ramazanda-restoranlar-acik-mi-restoranlar-musteri-kabul-edecek-mi-onemli-hatirlatma-2319283

5.

https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27de_COVID-19_pandemisi_zaman_%C3%A7izelgesi#11_Mart

6.

https://www.dw.com/tr/alkol-sat%C4%B1%C5%9F-yasa%C4%9F%C4%B1-tedbir-mi-hak-ihl%C3%A2li-mi/a-57367560

7.

https://www.milliyet.com.tr/galeri/ramazan-ayinda-kafeler-restoranlar-lokantalar-kapali-mi-acik-mi-calisma-saatleri-neler-6479621/3 


3 Ağustos 2021 Salı

Temmuz Okumaları 2 - Hayvan Hakları - Hayvan Hakları Yasası

Hayvan Hakları Yasasının Öne Çıkanları 

  • Pet shoplarda sadece kedi kopek satışı yasaklandı.
  • Dava açmak tarım ve orman bakanlığına kaldı.
  • Mal ve can ayrımı yapılmamış. tck 150. madde 2. bendi ortadan kaldırıldı sadece
  • Hayvana tecavüz yerine “cinsel ilişki” terimi kullanılmış.
  • Hayvana şiddet üst sınır 3 yıl, 3 yıldan az olması sonucu ertelenip para cezası gelebiliyor.
  • Yunus parkları ile yönetmelik çıkarıp resmileştirilebilir.
  • Yurtdışından gelen sirkler yasaklanmadı, Türklerin sirk açması yasaklandı ama Türkler zaten sirk açmıyor.
  • Beraber yaşadıkları hayvanlara terk edenlere 10 bin tl ceza önerilmesine rağmen 2 bin tl verildi-> bunları terk edenler zaten satın alan insanlar .
  • Hayvanat bahçeleri “Doğal Yaşam Parkı” na dönüşecek, hayvanlar için değişen bir şey yok.
  • Belirlenen “tehlikeli ırk” lar bakanlık tarafından belirlenecek. Sayının artışından korkuluyor ve el konulan hayvanların sayısı verilmiyor eskiden verilmesine rağmen (2019- 2245) 
  • Hayvan dövüştürme (3 aydan 2 yıla kadar) 
  • Geleneksel hayvan dövüşleri yasal (geleneksel denmesi önünü açıyor)
  • Hayvan sayısı sınırlaması getirilebilir (neye göre vs belli değil) 
  • Bakım evleri 25b üzerinde zorunlu (hayvan popülasyona göre yapılmalıydı) 
  • Çiftlik hayvanları hakkında bir madde yok (özellikle kürt, fayton, avcılık, havai fişek, canlı hayvan ticareti)
  • Rant sahiplerinin çıkarlarını korumak için (2011,2014,2018 den hiçbir farkı yok)

1. Kanuna göre hayvanların "mal" olarak kabul edilmesi ve bu statünün de sadece sahipli hayvanları kapsaması. Hayvanların mal/ eşya statüsünden çıkarılıp Avrupa Birliği Anayasasının kabul ettiği haliyle tüm hayvanlara "duygulu varlık" olarak yeni bir statü tanımlanması gereği.

2. Kanunu uygulamakla görevli olan ilçe belediyelerinin görevini yerine getirmemesi halinde verilecek bir ceza bulunmuyor. Belediyelerin ihlallerine ve ihmallerine ilişkin ceza getirilmesi gereği.

3. Sahipli ya da sahipsiz her hayvana uygulanacak her türlü şiddetin Türk Ceza Kanunu kapsamında en az 2 yıllık hapis cezasıyla cezalandırılması gereği.

Bunların dışında yeni kanuna dahil edilmesi talep edilen konular arasında yunus parkları, hayvanat bahçeleri, sirkler gibi hayvanların esaret altına alındığı tüm kurumların kapatılması, hayvan deneylerinin yasaklanması, faytonların yasaklanması, Yasak Irk Genelgesi'nin kaldırılması ve pet-shoplarda hayvan satışının yasaklanması da yer alıyor.

2 Ağustos 2021 Pazartesi

Temmuz Okumaları 2 - İklim Krizi - Müsilaj

 Konuk Yazar: Dr. Levent Yurga (Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi) 

Marmara’daki Müsilaj Problemi 

Müsilaj, neredeyse dünyanın tüm denizlerinde kıyısal bölgelerde insan gözünün göremeyeceği boyutlarda oluşan bir doğa olayıdır. Milimetrenin binde biri kalınlıkta olan birkaç mikron inceliğindeki mikro fibriller ve mikro agregatlar şeklindeki çok küçük oluşumlar, milyonlarca yıldır insanın fark edemeyeceği ufak ölçülerde sürekli oluşup bir süre sonra kaybolan bir çevrimdir aslında. 

Deniz yüzeyinde gördüğümüz müsilaj, taşıyabileceğinden fazla kirliliğe maruz kalmış denizlerin kıyısal kesimlerinde görülür. Doğanın, insanlığın (dergide “insanoğlu” diyordu ama hiç sevmediğim bir söylem olduğu için değiştirdim  ) yarattığı kirliliğe karşı bir cevabıdır. Milyonlarca yıldır müsilaj şeklinde bir doğa felaketi oluşturmadan, dipte bakterilerin ürettiği bu mikro iplikçiklerin ve mikro agregatların, zamanla yüzeye çıkması ve sonra da güneşin ultraviyole ışınları ile parçalanıp tekrar dibe çökmesi oluşan doğal bir çevrimdir. Deniz salyası dediğimiz müsilaj olayı ise, bu doğal çevrimin aşırı kirlilik ile bozulması ve bakterilerin bozulan ekosistemde müsilaj denen yaşam alanını oluşturmasıdır. 

Deniz Karı Nedir? 

Müsilaj oluşturacak mikro iplikçik ve agregatlar deniz dibindeki bakteriler sayesinde önce dipte oluşuyor. Daha sonra bu mikro iplikçikler bir araya gelerek, hidrojen atomları ile bir heliks örgüsü oluştura oluşturan deniz yüzeyine çıkıyor. Bu mikron kalınlığındaki mikro agregat iplikçikleri, yoğunlaşarak kolloidal, çok gevşek yapıda jelimsi bir yapı oluşturuyor. Bu aşamada bu jelimsi yapı insan gözüyle görülmeyecek kadar ufak ve şeffaf parçacıklardan oluştuğundan, bu olayın varlığından bile uzun süre haberdar olamadık. Nitekim Güneş’ten gelen ultraviyole ışınları sayesinde Bu yapılar bir süre sonra parçalanıp yok oluyor. Parçalanan mikro iplikçikler “ deniz karı” na karışarak tekrar dibe çökmekte. Deniz karı, denizdeki fitoplanktonik ve zooplanktonik canlıların ölerek yavaşça dibe çöküşüdür. Bu çöken deniz karına; balıkların dışkıları, ölen diyatom ve dinoflagellatların cesetleri, ölü bakteri kolonilerinin cesetleri, denizin ilk 30 metre kısmında yaşayıp çeşitli nedenlerle ölen denizanaları, balıklar, balık larvaları ve dipten geçici olarak yüzey çıkmış dip canlılarının larvaları da katılır. Bahsettiğimiz mikro iplikçikler ile birlikte deniz dibine yağan bu organik ve inorganik tüm malzeme deniz karı olarak adlandırılır. Milyonlarca yıldır deniz dibine yağan deniz karı dipte birikir. Bu malzeme, Güneş ışınlarının erişemediği derin dip kısımlarda birikir ve bakterilerin yardımıyla deniz dibindeki yaşamın temel kaynağını oluşturur. Bir süre sonra yüzeye çıkan bahsettiğimiz mikro iplikçik ve mikro agregatlar, deniz karını kullanarak enerji üreten bakterilerin bir yan ürünüdür. 

Ekosistemdeki Değişimler

Şu anda Marmara Denizi'nde ise bu kolloidal iplikçikler, denizin kirliliği sayesinde bir arada tutularak kalınlaşmakta. Ortamda bulunan diyatomların ve diğer fitoplanktonik türlerin bu ilkel formdaki müsilaja katılmaları ile tabakanın kalınlığı artıyor. Özellikle diyatom türlerinin hücre dışına bıraktıkları polisakkarit salgılar, bu şeker içerikli saldırı kullanmayı seven dinoflagellat türlerini ve bunları avlayan çeşitli siliyat türlerini müsilaj tabakasına çekiyor. Karalardan denize dökülen ırmakların taşıdığı kirliliğin içinde nikel, kadmiyum gibi elementleri yanında demir de Marmara Denizi'ne dökülüyor. Demir, ilk 30 metre derinlikteki önceden kirletilmiş kısımda bulunan fosfatı bağlar ve dibe çöker. İlk 30-40 metre derinlikte fosfatın neredeyse hiç bulunmadığı, ölü bir tabaka oluşur. Böyle bölgelerde asıl canlılık dipte görülür. Dipteki bakteriler, hidrojen sülfürü kullanarak bu depolanmış demiri çevrime sokar ve demir, demir iyonları şeklinde yüzeye çıkar. Demir, aşırı alg üremesini patlatan elementlerden biridir. Böylece, yüzeyde değerli demiri kullanarak aşırı üreme yolunu seçen mikrozooplanktonik türler görülür. Yüzeyde eğer mikro agregatlardan oluşmuş heliks yapıdaki tabakalar da varsa, bu fitoplanktonik türler buralarda yoğunlaşmayı tercih eder. Bu bölgelerdeki Gonyaulax Fragilis gibi bazı dinoflagellat türleri, salgıladıkları aşırı miktardaki hücre dışı polisakkaritlerle jelimsi tabakaya katkıda bulunur. Bu gibi polisakkarit salgılayan türler, asla tek başlarına aşırı çoğalarak müsilaj oluşturmazlar. Müsilajı direkt içinden alınan örneklere bakıldığında Adriyatik’teki ve Marmara Denizi'ndeki türler hemen hemen aynıdır. Bu türlerin tamamı Edremit ve İzmir Körfezi'nde de bulunduğu halde buralarda müsilaj oluşumu gözlenmez. 

Müsilajlı Denizlerden Balık Yenir mi? 

Müsilaj kalınlığı artıp ışık geçirgenliği azalınca, az ışığı ve oksijensiz ortamlarda yaşamayı seven diğer virüs ve bakteri türleri koloniler halinde buraya geliyor. Böylece müsilaj içine baktığımızda içinde virüsler, bakteri kolonileri, fitoplanktonik organizmalar ve bunların cesetlerinden oluşmuş bir çorba görüyoruz. Aşırı kirlilik ile bozulan deniz ekosisteminde yeni, alternatif bir yaşam alanı matrisidir müsilaj. Ölmüş bir denizde mucizevi bir yaşam alanıdır. Kanserle hastalanmış deniz dokusundaki pıhtıdır. Deniz yüzeyinde içerdiği fitoplanktonik türlerin pigmentlerinden dolayı beyaz, kirli sarı renkte görülen müsilaj, aslında buzdağının sadece görünen kısmı. Müsilajın asıl kısmı yüzeyin altındaki ilk 30-40 metreye kadar kendini gösterir. Bu kısımda müsilaj matriksi, içinde bulunan alglerin pigmentleri yüzünden yeşildir. Daha dibe doğru gittikçe renk kahverengiye döner. Müsilajın içinde Vibrio cholerae ve Escherichia coli gibi tehlikeli bakteri türleri de mevcuttur. Bu bakteri türleri dipteki yengeçleri, balıkları öldürebilir ya da vücutlarında doku lezyonları, iltihaplı, tahriş olmuş yaralı yerlere sebep olabilir. Bu yüzden müsilaj görülen yerlerden yakalanan balıklar yenmemeli, toplanan midyeler tüketilmemelidir. Müsilaj olan bölgelerde bitki ve hayvan tüm canlılık yok oluyor. Turizmi, balıkçılığı, hayvan ve insan sağlığını etkileyen müsilaj sorununun kaynağı denizlerdeki aşırı kirliliktir. Kirliliği oluşturan ise sanayileşme ve arıtmasız kanalizasyon sistemleridir. Bir numaralı sorumlu olan insan, doğada hiçbir çevre felaketine yol açmadan milyonlarca yıldır süregelen doğal çevrimi bozup, bakterilere müsilaj yaptırmayı sağlamayı başarmıştır. O yüzden çevre bilincimizi geliştirip denizlerimizi kirletmemeliyiz, atık sularımızı arıtmalıyız. 

Nasıl Temizlenebilir, Ne Kadar Zaman Alır?

Deniz yüzeyindeki müsilajı petrol kirliliğinde kullanılan temizleme gemileri ile temizleyebiliriz. Fakat sadece yüzeydekini temizlemiş oluruz. Asıl müsilajı oluşturan ve kalınlaştıran olaylar deniz yüzeyinde değil, yüzeyin altındaki ilk 30 metredir. Sığ kısımlarda denizin tabanı, taşlar, yengeçler vs. üzeri bu yeşil yosun tabakası ile kaplıdır ve yoğun şekilde iplikçiklerinin bir araya gelmesi ile büyük öbekler halinde denizin dibini kaplar. Müsilaj görülen kıyısal deniz bölgelerinde biraz uzakta oksijen ve klorofila analizi yapıldığında değerler çok düşük çıkar. Canlılığın ölmesinin bir sebebi de budur. Canlının ölmesinin diğer sebebi ise E. coli gibi zararlı bakterilerdir. Oysa, direkt müsilajın içinden örnek alınıp incelendiğinde, klorofil-a ve oksijen değerleri yüksek çıkar. Müsilajın kendisi bir çevre felaketini ve oksijensiz ortama sebep olurken, içinde yoğun oksijen bulunması tamamen fotosentetik bakteri ve fitoplanktonik organizmaların müsilaj doku matriksi içinde bir arada bulunmayı tercih etmesi yüzündendir. Deniz dibindeki bu yoğun müsilaj öbeklerini ancak bir su altı hortumu ile yüzeye çekerek temizleyebilirsiniz. 

Peki bu şekilde müsilajdan kurtulmak mümkün mü? 

Tüm Marmara Denizi'nin kıyısında 30 metreye kadar giden alanın düşünürsek bu imkânsızdır. Müsilaj önlemenin tek bir yolu vardır, o da denizi kirletmemek. Denizin karasal hafriyat dökülmemeli sanayi tesislerinin atıkları arıtılarak nehirlere, denizlere dökülmelidir. Özellikle tarımsal bölgelerde kullanılan böcek ve zararlı bitki öldürücü zehirler, yağmurlarla sonunda denize ulaşmaktadır. Çevre kirliliğine yol açacak unsurları masaya yatırıp hepsini çözmek en önemli iştir. 

Ege Sahillerinde Müsilaj Göremeyiz 

Çevre felaketi olarak müsilaj ilk olarak 1996'da Adriyatik Denizi’nde görüldü. Adriyatik'te ve Marmara'da müsilaj oluşumu sırasında ortamda ve direkt müsilaj içindeki bakteri, fitoplanktonik ve zooplanktonik türlere baktığımızda, bu türlerin aynısını Edremit ve İzmir Körfezi'nde de görürüz. Bu fitoplanktonik türlerin kendisi Dünya’nın her yerinde mevsimsel olarak zaman zaman aşırı çoğalarak Red-tide ismi verilen denizin rengini değiştiren alg patlamalarına sebep olmakta. Fakat bu patlamaları asla bir müsilaj oluşumuna sebep olmaz. Ayrıca, topografik olarak karşılaştırdığımızda Adriyatik ve Marmara derin denizlerdir. Marmara'daki en derin yer 1200 metre, İzmir Körfezi'nde ortalama derinlik 30 metre, en derin yeri 100 metredir. Dolayısıyla, İzmir Körfezi'nde mevsimsel olarak sürekli su değişimi olduğundan tabakalaşma görülmez. Ek olarak, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin 2000 yılında devreye soktuğu büyük kanal projesi sayesinde, İzmir'deki tüm evsel ve sanayi atık suların arıtılmasında ve denize Marmara'daki gibi bir kirlilik boşaltılma işi 20 sene önce durdurulmuştur. Bursa Kocasu, İstanbul Esenyurt'taki Haramidere, Trakya'daki Ergene Nehri hem zirai zehirler ve ağır metaller hem endüstriyel atıklar hem de evsel atıklar ile 50 yıldır arıtılmadan Marmara'ya boşaltılıyor. Son 10 yıldır mega projeler sonucu ortaya çıkan büyük miktardaki karasal hafriyat da Marmara'ya boşaltılmakta. Bu gibi etkinliklerin hiçbiri İzmir Körfezi'nde yapılmadığı için, tüm yıl boyunca değişen miktarlarda deniz suyunda bulunan bakteriler, fitoplanktonik türler (diyatom ve dinoflagellatlar), bir müsilaj olayını başlatacak kirlilik stres eşiğine ulaşamıyoruz. Nitekim İzmir Körfezi'nde azot ve fosfor miktarları asla büyük ve çevre felaketine sebep olacak seviyelere gelmediği gibi her geçen sene de azalarak Körfez temizlenmekte. 

Dolayısı ile İzmir ve Edremit Körfezi'nin dinamik, Marmara müsilaj oluşumunu desteklememektedir. Bugün Marmara'ya dökülen tüm kirlilik dursa, Marmara'nın kendi kendine temizlenmesi oldukça uzun bir süre sonra mümkündür. Adriyatik'te müsilajın kaybolması, alınan önlemlerle 6 yıl sürmüştür. Marmara'daki kirliliği ise Adriyatik'te kirlilikten belki 25 kat daha fazla olduğunu belirtelim. 

DEFNE’NİN KARIŞIK SÖZCÜKLER SÖZLÜĞÜ: 

MİKROFİBRİL: Bir mikrofibril, glikoproteinler ve selülozdan oluşan çok ince bir fibril veya lif benzeri bir ipliktir. Genellikle, ancak her zaman değil, protein lifinin yapısının tanımlanmasında genel bir terim olarak kullanılır; saç ve sperm kuyruğu. 

AGREGAT: AçıklamaTopraktaki kil, mil, kum fraksiyonlarının organik materyal ile canlı salgıları sayesinde oluşturdukları en küçük doğal toprak parçasına verilen isimdir. Toprak fraksiyonlarının bir araya gelerek agregatı oluşturmasına ise agregatlaşma denilir. 

HELİKS: Sarmal 

KOLLOİD: Kolloid, gerçek çözelti ile heterojen karışımlar arasında yer alan ara karışımların adıdır. 

ZOOPLANKTON: Zooplankton, heterotrofik planktondur. Plankton, okyanuslarda, denizlerde ve tatlı su kütlelerinde sürüklenen organizmalardır. Zooplankton kelimesi, "hayvan" anlamına gelen Yunanca zoon ve "avare" veya "drifter" anlamına gelen plantoklardan türetilmiştir. 

FİTOPLANKTON: Fitoplanktonlar, plankton topluluğunun ototrof bileşenleri ve okyanus, deniz ile tatlı su ekosistemlerinin anahtar faktörlerinden biridir. Dünyadaki oksijen kaynağının büyük kısmı bu canlılar tarafından üretilir. 

DİYATOM/ DİATOM: Diatomlar genellikle suda yaşayan, tek hücreli, fotosentez yapabilen ama karada da yaşayabilen alglerdir. Dünya oksijeninin büyük bölümünden sorumlu bu küçük canlıların en büyükleri 1mm genişliğindedir. 1cm3 deniz suyunda 10000 tane diatom canlısı bulunur. Birçok deniz canlısı diatomlarla beslenir. 

DİNOFLAGELLAT: Ateşrengi algler, Pyrrophyta ya da Dinoflagellates Protista aleminin kamçılı, tek hücreli veya koloni halinde yaşayan şubesidir. Fitoplanktonların önemli bir kısmını oluştururlar. 

TOPOĞRAFYA/TOPOGRAFYA: Topoğrafya, bir arazi yüzeyinin tabii veya suni ayrıntılarının meydana getirdiği şekil. Bu şeklin kâğıt üzerinde harita ve tablo şeklinde gösterilmesiyle ilgili ölçme, hesap ve çizim işlerinin hepsi

Temmuz Okumaları 2 - LGBTQİA+ ve İnsan Hakları Ortak Okuması - Nefret Söylemi

 Gündem: Nefret söylemi ve hakaret; bir kişi ya da grubun dili, dini, ırkı, yaşı, cinsiyeti ya da cinsel yönelimini hedef alan önyargı kaynaklı olumsuz ve saldırgan ifadelerdir. Nefret suçu ise doğrudan ya da dolaylı şiddet barındıran suç/lardır. Ülkemizde nefret söylemine en çok maruz kalan kesim olan LGBTİQ+ bireylerin, ayrıştırılması ve düşmanlaştırılması üzerine birçok örneğin verilebilmektedir. Bu örneklerin çözümsüz ve adaletsiz sona ermeleri toplumumuzdaki önemli sorunlardan biridir.

·       Nefret söylemleri, hakaretler ve ayrımcı suçların hukuktaki yeri nedir?

Hukukta, nefret suçlarının her zaman nefret söylemi içermemesi ve tek başına nefret söyleminin yalnız veya bir şeyin içinde olması halinde her zaman nefret suçu oluşturamayacağı yer almaktadır. Nefret söylemleri, kaçınılmaz olarak demokratik düzeni yıpratmaktadır. Çünkü insanın en temel hakkı olan ‘yaşama ve katılım hakkı’ ihlal edilmiş olur. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 1997’de kabul ettiği R(97) 20 sayılı tavsiye kararında nefret söylemini; “ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, antisemitizm veya hoşgörüsüzlük ifade eden saldırgan milliyetçilik de dâhil olmak üzere, hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her türlü ifade biçimidir” şeklinde tanımlamıştır.

Kanunlarda nefret suçunun nasıl tanımlanması gerektiğine örnek olması açısından, Amerika Birleşik Devletleri tarafından 1990 yılında kabul edilen “Nefret Suçları İstatistik Kanunu” (Hate Crime Statistics Act) kapsamında yapılan tanımlamaya göre, nefret suçlarının; ırk, din, cinsel yönelim veya etnik kökene dayalı önyargıya dair izlerin belirgin olarak suça uygun biçimlerde ortaya çıktığı; kasten insan öldürme, tecavüz, nitelikli saldırı, adi saldırı, tehdit, hırsızlık, mala yönelik tahrip etme ve zarar verme veya Vandalizm suçları” olarak tanımlandığı görülmektedir. O halde nefret suçunun iki unsuru taşıması gerekir. Ceza kanununda düzenlenmiş olan bir suçun mevcut olması ve failin, bu suçu, mağdurun belirli bir gruba aidiyetinden kaynaklanan nefret sebebiyle ya da önyargı ile işlemiş olması. Nefret söyleminde olduğu gibi, nefret suçlarındaki grupların belirlenmesinde de o gruba karşı duyulan önyargının, sosyal bir bağlantısının olması veya bir dünya görüşünün parçası olması gerekir.

 Nefret suçları ile ilgili en önemli sorun, failin önyargısının belirlenmesi konusunda ortaya çıkmaktadır. Failin sahip olduğu önyargının hangi delillere dayanarak belirleneceği ve bu önyargının suçun işlenmesindeki motive edici veya kolaylaştırıcı nasıl bir etkiye sahip olduğu tartışmanın esasını oluşturmaktadır Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, birçok ülkede özel olarak ‘nefret suçları’nı düzenleyen kanunlar bulunmaktadır. Bu kanunlar ile bir suçun nefret sebebi ile işlenmesi cezayı arttırıcı neden olarak kabul edilmektedir. Nefret suçlarında failin kusuru daha yoğun ve zarar daha kapsamlıdır. Suç politikası açısından karar verilmesi gereken önemli husus, nefret suçunun bağımsız bir suç olarak mı, yoksa suçun ağırlatıcı hali olarak mı düzenleneceğidir.

·       Nefret söylemi ve ifade özgürlüğü hangi noktada ayrılır?

Nefret söyleminin, ifade özgürlüğü içerisinde belirtilmemesi iki ana temele dayanır. İlk olarak; nefret söyleminin, temel hak ve özgürlüklere müdahale etmesinin hakkı kötüye kullanma olarak değerlendirilmesidir. Bir diğeri ise temel hak ve özgürlüklere müdahale eden bu söylemlerin bir sınırlandırmaya tabii tutulması gerektiğidir. Bu sebeple; nefret söylemi ve hakaret, ifade özgürlüğü kapsamından çıkmaktadır. Ayrıca toplumlarda en sık görülen durum ise, nefret söylemi ile mücadele etmemenin bu durumu normalleştirmesidir. Nefret söyleminin/suçlarının yol açtığı maddi ve manevi zararların normalleştirilmesi durumunda, toplumun yanlış algılar içerisinde olması gayet doğaldır. 

·       Ülkemizde nefret söylemleri/suçlarının ana hedefi LGBTİQ+ bireyler midir?

Nefret söylemlerine en çok rastlanılan yer olan medyadan başlamak gerekirse; hak temelli habercilik ve özel hayatın gizliliği hakkını gözetmek gerekmektedir. LGBTİ’leri hedef alan nefret söyleminin medyadaki yeri, ülke gündemine bağlı kalmaksızın devamlı olarak görüldüğü, sosyal ve ana akım medyanın bu devamlılıkta büyük yer kapladığı söylenebilmektedir.

Örneğin; 27 Mayıs 2013 tarihli Vatan gazetesindeki bir haber, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde eşcinsel evliliğin yasa kapsamına alınmasına karşı doğan tepkileri konu alıyor. Cinsel yönelimi farklı olanların söz hakkının tanınmadığı haberin tamamında, eşcinsellerin hak mücadelesine karşı olan hareketlerden bahsediliyor, eşcinselleri ‘sapkın’ ve ‘toplum düzenini bozan unsurlar’ olarak görenlerin sözlerine yer veriliyor. Haberin büyük puntolarla atılan başlığı Avrupa’nın genelinde eşcinsellerin istenmediğine dair önyargıyı güçlendiriyor, cinsel yönelimi farklı olanları ötekileştiriyor.

            Bunun yanı sıra yeni medyanın yaygınlaşması ve etkin bir biçimde kullanılmaya başlanmasıyla birlikte gündeme gelen etik sorunlardan biri de yeni medyanın nefret söyleminin üretime, yaygınlaşmasında ve kanıksanmasına olan olumsuz katkısıdır. Günümüzde internetin sağladığı sınırsız olanaklar ve internet üzerinde denetimin zorlukları, özellikle profesyonel meslek mensubu olmayan kullanıcılar tarafından hak ihlali sınırlarının aşılmasını kolaylaştırmıştır. Kullanıcıların bireysel etik anlayışına terk edilen sosyal medyada yaygınlaşan nefret söylemi, LGBTİQ+ bireylerin maruz kaldıkları baskıyı daha da arttırmıştır.

            Nefret söylemi, gerek geleneksel medyada gerekse yeni medyada farklı biçimlerde ortaya çıkabilmektedir; ötekileştirilen bir gruba, grup kimlikleri nedeniyle yönlendirilmiş direkt nefret ya da meydana gelen ve bazı durumlarda suç unsuru taşıyan bir fiilin sahibinin grup kimliğine yapılan gereksiz vurgu. Ötekileştirilen bir gruba, grup kimliği nedeniyle yönlendirilmiş direkt nefrette toplumsal yargılar egemendir; medya aracılığıyla yeniden ve yeniden üretilirler.

·       Zorbalık ve ötekileştirme sonucu bireyin iyilik hali,

Grup normlarına uymamanın zorbalık ve ayrımcılık riskini arttırdığı göz önünde bulundurulduğunda, LGBT bireylerin, sözel aşağılamadan fiziksel şiddete kadar çevreleri tarafından çeşitli şekillerde şiddet ve suçlara maruz kaldıkları öngörülebilmektedir. LGBT kimliği ile psikolojik iyilik hali arasındaki ilişki ve zorbalık deneyimlerinin psikolojik iyilik hali üzerindeki olumsuz etkisini araştıran çalışmalar yapılmıştır. Türkiye’de yapılan bir çalışmaya göre, eşcinsel bireylerin, yönelimleri nedeniyle taciz şiddet ve ayrımcılığa maruz kaldıkları belirtilmiştir. Ayrıca açılma sürecinde, yaşadıkları olumsu deneyimlerin bireylerde korku ve kaygı bozukluğu bıraktığının altı net bir biçimde çizilmiştir.

LGBTİQ+ kimliğinin şiddete maruz kalma riskini arttırmasının yanı sıra, LGBTİQ+ bireyler arasında transgender bireylerin kötü muameleye maruz kalma konusunda daha da risk altında olduğu tartışılmaktadır. Ataerkil toplum yapısının getirdiği cinsiyet rollere bağlı olarak, transgender bireylerin kendi içerisinde trans kadınların daha çok şiddete maruz kaldığı öne sürülmektedir.

 

·       Türkiye bu noktada nerede?

Türkiye’de nefret suçlarını ve cinayetlerini düzenleyen bir yasa olmaması sebebiyle, bu suçlardan yakalanan veya ceza görenlerin hesabını tutan resmi istatistikler bulunmamakta. Bu konuda daha çok bağımsız uluslararası kuruluşların ve Türkiye’de bulunan LGBT derneklerinin yaptıkları çalışmalardan faydalanılabiliyor. ILGA (International Lesbian and Gay Assoctiaton)’nın LGBT bireylerin insan hakları ve durumlarını ölçen Rainbow Index isimli ölçeğine göre Türkiye 2014 yılında toplam 14 puan alarak Avrupa ülkeleri arasında sondan 7.sıraya yerleşmiş durumda. Üstelik bu sıralama 2013 yılında da aynı şekilde imiş. Türkiye’nin, İlerleme Raporlarına ve sivil toplumun çalışmalarına yansıyan vakalara rağmen bu tarz bir sıralamada ilerleyememiş olması da söz konusu nefret suçları ve cinayetleri açısından gelişme sağlanmadığı şeklinde yorumlanabilir. Dahası bu ölçekte ayrımcılık ve nefret söylemleri her açıdan incelendiğinden, nefret cinayetlerine kurban giden bireylerin sayısı da azımsanamayacak boyuttadır.

SPOD (Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği)'nin 2012 yılında Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Açısından İnsan Hakları İhlalleri üzerine hazırladığı rapora baktığımızda 2012 yılında 11 LGBT bireyin nefret cinayetlerine kurban gittiği görülüyor. Raporda da belirtildiği üzere bu tarz suçların büyük bir kısmı adli kayıtlara yansımıyor, dolayısıyla derneğin açıklamalarına göre gerçek kurban sayısı 11’den çok daha fazla. KaosGL’nin benzer bir raporunda da 2012 yılında 11 LGBT bireyin nefret suçu sebebiyle yaşamını kaybettiği belirtiliyor. 

Üyelerimizden Temmuz Değerlendirme Yazıları

Üyelerimizden Temmuz Ayı Değerlendirmeleri Bu ay toplumsal cinsiyet eşitliği aktivist grubunda regl yoksulluğundan bahsettik. İlk konu olara...