30 Temmuz 2021 Cuma

Temmuz Okumaları 1 - Toplumsal Cinsiyet Eşitliği - Adet Yoksulluğu

 

Gündem: Regl yoksulluğu; regl olan tüm bireylerin kullanmaları gereken menstural hijyen ürünlerine belirli maddi nedenlerden dolayı ulaşamamasıdır. Bu sorun sadece hijyenik ped, menstural tampon gibi ürünlerle sınırlı kalmamaktadır. Regl yoksulluğu, ülkemizde ve dünyada oldukça yaygın olan ‘adet’ tabusu sebebiyle, regl olan bireylerin temiz su, çöp kovası, güvenli ve temiz bir tuvalete ulaşmakta zorluk gibi sorunlarını da içine almaktadır.

 Regl Yoksulluğunun Sebepleri Nelerdir?

  • Dünyada ve ülkemizde menstural hijyen ürünlerinin lüks tüketim ürünleri arasında bulunması, 
  • Sağlık hizmet noktalarına uzak bölgelerde yaşayan bireylerin ürünlere ulaşamama sorunu,  

  • Adaletsiz vergilendirme sistemi ile hijyen ürünlerine konulan fahiş fiyatlar, 

  • Bu sorun üzerindeki karar alıcıların regl görmeyen bireyler olması, 

  • Toplumsal cinsiyet eşitliği alanında önemli yer tutan İstanbul Sözleşmesi’nin ülkemizde kabul edilmemesi, 

Bu sorunun altında yatan sebeplerin başında gelmektedir.

 Regl Yoksulluğunun Sonuçları Nelerdir?

  •  Menstural hijyen ürünlerine erişimsizlik sonucu bireylerde ciddi enfeksiyonel sağlık problemleri,
  •  ‘Regl’ tabusuna da bağlı olarak aslında çok normal bir biyolojik deneyimin travmatik, korkutucu, utanç verici bir hal alması ve bedenden yabancılaşma, kendini kirli veya ikinci sınıf hissetme,
  •  Yine regl tabusuna bağlı olarak bu sorun üzerinde konuşamama ve çözüm yolu arayamama, 
  • Regl olan her bireyin kadın olmamasının farkına varmama, 
Bu sorunun başlıca sonuçlarıdır. 

Bu Konuda Hangi Çalışmalar Yapılıyor 

Ülkemizde devlet eli ile yürütülen bir çalışma olmamasını üzücülüğü ile sivil toplum örgütleri ve bazı üniversitelerin yürüttüğü birkaç proje yürürlülüktedir. 

 Sabancı Vakfı, Konuşmamız Gerek Projeleri

 Sabancı Vakfı Fark Yaratanlar Programı’nın 11. sezonunda Fark Yaratan seçilen ‘Konuşmamız Gerek’ platformu dezavantajlı bölgelerdeki kadınların menstrual ürünlere erişebilmeleri ve regl konusundaki tabunun yıkılması için çalışmalar yürütüyor, regl yoksulluğu ve adil vergilendirme konusunda hak savunuculuğu yapıyor. “Konuşmamız Gerek” platformu, ülkemizde dezavantajlı bölgelerdeki kadınların ve kız çocuklarının hijyenik ürünlere erişimde yaşadığı zorlukların yarattığı regl yoksulluğuyla mücadele eden insan hakları avukatı İlayda Eskitaşçıoğlu tarafından 2016 yılında kuruldu. Eskitaşçıoğlu ve akademisyen olan ortağı Bahar Aldanmaz; köy okullarına giden genç kızlar, mevsimlik tarım işçileri ve mülteci kadınlarla cinsel sağlık, regl olma ve hijyen konularında eğitimler düzenliyor. 

 Dünya Regl Hijyeni Günü 

 2014 yılında Almanya merkezli sivil toplum kuruluşu Wash United, en yaygın regl döngü süresi olan 28 sayısından yola çıkarak, 28 Mayıs’ı Dünya Menstrual Hijyen Günü (World Menstruation Day) ilan etti. Ülkemizde ise “Dünya Adet Hijyen Günü” olarak anılan bugünde; adet döneminin sağlıklı şekilde geçirilmesi, kadın hijyen ürünleri olan ped, tampon ve regl kabı gibi seçenekler arasında kişinin kendisine en uygun çözümü seçmesi vb. farkındalık çalışmaları gerçekleştiriliyor. 

 #WorthBleedingFor 

 Aktivist toplulukların eseri olan #worthbleedingfor, bir sosyal medya hashtagi olarak yayılmakta ve regl yoksulluğuna dikkat çekmektedir. Videolar, yazılar ve sanat eserleri ile regl yoksulluğunun önüne geçmeye gayret eden aktivist ekipler, bulundukları bölgelerde ücretsiz menstrual hijyen ürünleri için mücadele etmektedir. 

Regl Yoksulluğu Kimlerin Temel Problemi

 Regl yoksulluğu, regl gören her bireyin önemli bir problemidir. Çağdaş metropol yaşamında oldukça göz ardı edilen ve ‘sorun ‘ olarak gözetilmese de üç ana kesim yıllardır bu sorunla baş edemez konuma gelmiştir. Mevsimlik tarım işçileri, mülteciler ve kırsal alanlardaki okullar. 

 Bazı mevsimlik tarım işçisi kadınların gazeteleri birleştirip kullanmak gibi hijyenik olmayan çözüm yollarına başvurdukları görülmüştür. Bu ürünleri değiştirmek için de alanlarının olmayışı ise oldukça problematik bir noktaya gelmiştir. Çadırların uzağında bir yere poşetlere sarıp atmaları ancak kan kokusunu duyan hayvanlar bu poşetleri dağıtmaları ve bu poşetlerin etrafa yayılıp saçıldığının görülmesi ise ayrıca bir sorun teşkil etmekte. 

 Bazı kırsal kesimlerde ise, regl görmeye başlayan ve özellikle erken ergenlik gibi durumlarla karşılaşan öğrencilerin ‘regl’ tabusu üzerine maruz kaldıkları baskı, bireylerde psikolojik problemlere sebep olmaktadır. Menstruasyon olayının algılanması kültürlere göre farklılık göstermekte ve bazı toplumlarda menstruasyon esnasında bireyin kirli kabul edilerek toplumdan uzaklaştırılması bu problemlere sebep olmaktadır. Bu baskı karşısında menstrual sağlık eğitimi almayan çocuklarda korku, panik, menstruasyonun kötü ve ayıp algılama çok doğal ve insan psikolojisini ürettiği bir savunma mekanizmasıdır. Bu yüzden menstruasyona yönelik doğru bilgi ve uygulamaların kazandırılması, sağlığı koruma ve sürdürmeye yönelik istendik davranışların geliştirilmesi, yine yanlışların düzeltilmesine yönelik yapılan sağlık eğitimi bu sorunların giderilmesinde önemlidir. 

 Mültecilerde ise temiz su ve güvenli tuvaletlere ulaşmakta zorluk gözlenmektedir. Ortalama bir insan yaşamına göre bu olağanüstü göçler, mestruasyon dönemindeki bireylerin hijyen ürünlerine ulaşımını da oldukça kısıtlamaktadır. 

Dünyada Regl Yoksunluğu

 Kasım 2020 itibariyle tüm menstrual hijyen ürünlerinin ücretsiz olmasına ilişkin yasa önerisi İskoçya Parlamentosu oy birliği ile kabul edilmiştir. Birleşik Krallık toprağı kabul edilen İskoçya’da regl gören bir bireyin aylık hijyen ürünü masrafının sekiz sterlin olduğu ve bazı bireylerin bu ürünlere ulaşamadığının altı çizilmiştir. 

 İskoçya'da Young Scot tarafından yapılan bir çalışmaya göre çoğunluğu kız çocuklarından ve genç kadınlardan oluşan 2 binden fazla insan regl hijyen ürünlerine ulaşmakta maddi sorunlar yaşıyor. İngiltere genelinde ise kız çocuklarının yaklaşık yüzde 10'u bu ürünleri alamıyor, yüzde 15'i ise satın alırken maddi zorluklar yaşarken 19'u daha ucuz ve uygun olmayan ürünlere yönelmek zorunda kalıyor. 

 Orta ve Güney Asya ülkelerinde ise regl kanı bulaşan kıyafeti toprağa gömmek, menstrual dönemindeki bireyi evine almama, ahırlara yollama, ev işi yaptırmama gibi gelenek ve ritüellerin yaygınlığı ise yoksulluk problemine gölge düşürmektedir. 

SİZCE? 

  • Regl yoksulluğunun ‘gelişmekte olan ülke’ problemi olmadığının farkına varıldığında, dünya genelinde regl yoksulluğu bir sorun olmaktan çıkabilir mi? 
  • Devletlerin bu soruna bakış açılarını nasıl buluyorsunuz? 
  • Sizce Türkiye bu sorunu çözmeye nerden başlamalı? 
  • Regl tabusu kırılmadan regl yoksulluğu önlenebilir mi? 
  • Regl tabusunu kırmaya nerden başlamak gerekmektedir? 
  • Eğer karar alıcı olsaydınız, regl yoksullu hakkındaki hükmünüz ne olurdu?

 

28 Temmuz 2021 Çarşamba

Temmuz Okumaları 1 - İklim Krizi - Müsilaj

 Greenpeace 

https://www.greenpeace.org/turkey/haberler/musilaj-veya-diger-adiyla-deniz-salyasi-nedir/

 Müsilaj veya diğer adıyla deniz salyası nedir? 

Marmara Denizi bir süredir alarm veriyor. Alışılmadık miktarda artış gösteren müsilaj veya diğer adıyla deniz salyası Marmara’dan başlayıp Ege ve Karadeniz’i de tehdit eden büyük bir soruna dönüşmüş durumda. 

Peki nedir bu müsilaj?

 Marmara Denizi gibi kapalı denizlerde zaman zaman ortaya çıkan bir salgı. Prof. Mustafa Sarı BBC’ye verdiği açıklamada bu salgıyı “Denizdeki biyolojik üretimin başlangıcını, ilk basamağını teşkil eden fitoplankton dediğimiz mikro alglerin, yani mikroskobik bitkiciklerin aşırı çoğalması sonucu, ortamda vuku bulan bazı şartlara tepki olarak bıraktıkları salgıya müsilaj diyoruz” şeklinde açıklıyor. 

Müsilajın sebebi nedir?

 Bu oluşumun en büyük sebepleri arasında sanayi atıkları ve evsel atıkların boşaltımı gösteriliyor. Müsilaj, deniz suyuna giren ışığı azaltıyor. Fotosentezin engellenmesi dip canlılarının ölmesi olasılığını getiriyor. Müsilaj nedeniyle biyolojik çeşitlilikteki azalma Marmara Denizi’nin yanında Karadeniz ve Kuzey Ege’yi de olumsuz etkiliyor. İklim krizinin etkisiyle hassaslaşan denizlerimiz için acilen yeni çözümler üretmemiz gerekiyor. 

Ne yapılmalı?

 Çevre ve Şehircilik Bakanlığı belediyelerle birlikte bir eylem planı hazırlama aşamasında olduklarını açıkladı. Bu eylem planı içerisinde Marmara ve tüm denizlerimizin sağlığı için acil, kapsamlı ve geleceğimizi de koruma altına alan çözümler üretilmesini istiyoruz. Konuyu takip etmeye devam edeceğiz. 

İKLİM HABER 

https://www.iklimhaber.org/marmara-denizindeki-cevresel-yikim-beklenmedik-yeni-salginlarayol-acabilir/ 

Marmara Denizi’ndeki Çevresel Yıkım Beklenmedik Yeni Salgınlara Yol Açabilir

 Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM)’nin başlattığı “Salgın ve Toplum” webinar serisi kapsamında düzenlenen “Marmara Denizi’nde Neler Oluyor? Kirlilik, Isınma ve Müsilaj Sorunu” başlıklı toplantıda, Marmara Denizi’nde yaşanan gelişmeler ele alındı. Toplantıya katılan uzmanlar, Marmara Denizi’ndeki yıkımın bir iç denizin ölümü olduğu ve bu tür çevresel felaketlerin beklenmedik yeni salgınlara yol açabileceği uyarısında bulundu. 

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nin (İPM) başlattığı “Salgın ve Toplum” webinar serisi kapsamında “Marmara Denizi’nde Neler Oluyor? Kirlilik, Isınma ve Müsilaj Sorunu” başlıklı toplantı yapıldı. Moderatörlüğünü İPM Araştırma ve Akademik İlişkiler Koordinatörü Senem Aydın Düzgit’in yaptığı webinar’ın konuşmacıları SevinçErdal İnönü Vakfı tarafından yürütülen MAREM (Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi) Proje Lideri Levent Artüz ve İPM İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin oldu. Webinarda son dönemde Marmara Denizi’nde yaşanan önemli gelişmeler ele alındı. 

“Marmara Denizi’nde bir denizin ölümüne tanıklık ediyoruz” diyen Senem Aydın Düzgit, “Bu durumun nedenleri biraz küresel ısınma ama çoğunlukla insanların yönetim yanlışları, hataları veya bile bile yapılan politikalar olabilir belki de” dedi. 

MAREM Proje Lideri Levent Artüz, Marmara Denizi’nin bugünkü durumuna gelmesinde 1980’lerde başlanan yanlış projeler ve özellikle 2000’lerden sonra bu gidişatın hızlanmasının payı olduğuna dikkat çekti. Konu ile ilgili Levent Artüz, şunları söyledi: “Haliç’in temizlenmesi projesi kapsamında 1989 yılında arıtma ve taşıma projeleri olmadan, alt akıntılar taşıyıcı bant olarak kullanılarak kirli suyun Karadeniz’e boşaltılması projesi başlatıldı. Oysa bu akıntının sadece %10’unun Karadeniz’e geçtiği biliniyordu. Bunun olmayacağı biliniyordu ama bu fikirde diretildi. Sonra ne oldu? 1989’da balık ölümleri yaşandı. Tüm deniz canlılarını bu dönemde kaybettik. Balıkların boğularak ölmesi olarak bu olay literatüre geçti. Marmara Denizi’nde büyük bir katliam oldu. Tür çeşitliliği kayboldu. 90’lardan itibaren Marmara’da denizanalarından adacıklar oluşmaya başladı. Kılıç balığı, orkinos gibi ciddi ekonomik değere ve ekosistem için önemli olan balıkların avcılığı ortadan kalktı. Diğer balıklarda boy küçülmeleri oldu. Arıtmadan yapılan deşarjlardan dolayı Marmara Denizi bulanıklaşmaya başladı. Küresel ısınma Karadeniz’de 1 dereceyken Marmara 2.5 – 3 derece ısındı. Bu ısınma böyle devam ediyor.” 

2007 yılında bugünküne benzer bir müsilajla karşılaştıklarını söyleyen Levent Artüz, “Yapısı biraz daha farklıydı ama bu kadar yaygınlaşmadığı için çok ilgi odağı olmadı. 2011’den itibaren istilacı türleri görmeye başladık. 2017’de artık Marmara mikroplastik kirliliğinde dünya ikinciliğine yükseldi. Sonunda 2021’de bugün yaşadığımız olayla karşılaştık” dedi. 

Levent Artüz, felaketin göz göre geldiğine dikkat çekerek, sözlerine şöyle devam etti: “1989’da birinci fazda tür çeşitliliğini erozyona uğrattık. Kirliliğin ikinci fazında ise tür çeşitliliğinin azaldığı ortamda mevcut türlerde artış oldu. Rekabet şartlarının değişmesinden dolayı mevcut türler arttı. Bu türlerden biri aradan sıyrılıp akla hayale gelmeyen kısa sürede bollaşıyor, sonra kırıma uğrayıp ölüyor. Bu tür ölünce hücre içi sıvıları ortama yayıldı. Bu sıvılar sudan farklı yoğunluğa sahip olduğu için bir bölümü çalkalanıp yüzdü, bir bölümü ortamdaki katı atıkları içine alarak derinlere indi. 1272 metrelerde bile müsilaja rastlıyoruz.”

İPM İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin de bilim insanlarının bu konuda yıllardır yaptıkları uyarılara rağmen sorunun son bir aydır gündeme geldiğini, Çevre Bakanlığı’nın da bir haftadır harekete geçtiğini belirterek, “Çevre sorunları gözümüzün önünde görebileceğimiz bir düzeye ve görünürlüğe ulaştığında ve sosyal medyada konuşulunca yetkililer acil bir durum olduğunu fark ediyor. Bu, en önemli sorunumuz bence. Felaket görüntüleri olmasaydı, Marmara Denizi’nin dibi müsilaj kaplı olsaydı, yine bir şey yapılmayacaktı. Bu durum, çarpıcı görüntüler ve infial yaratan bir durum olmadan çevre meselesini konuşmadığımızı ve devletin de bu konuda harekete geçme konusunda acelesinin olmadığını gösteriyor” dedi.

İklim değişikliğinin, insan kaynaklığı olduğuna dikkat çeken Ümit Şahin, şöyle konuştu: “Biz Marmara Denizi’nde yaşanan çevre yıkımına ‘denize giremiyoruz, kokuyor, görüntü kirliliği var, balık yiyemiyoruz’ diye kendimizce bakıyoruz. Oysa 40 yıldır ciddi bir ekolojik yıkım yaşanıyor. Bütün canlılar ortadan kalkıyor ama biz doğanın haklarına saygı göstermediğimiz, ekosisteme yaşam hakkını tanımadığımız için bu meseleleri son noktada gelindiğinde çözmeye çalışıyoruz. Sera gazlarıyla atmosferi atık deposuna çevirmekle, Marmara Denizi’ni sanayi ve evsel atıklarıyla çöplüğe dönüştürmek aynı. Denizler ısınsa bile Marmara Denizi’ni atık çukuruna çevirmeseydik bu olayla karşılaşma ihtimalimiz çok daha düşük olacaktı. Küresel ısınma tetikleyici olsa da bunun asıl kaynağı insan.” 

Çevre Bakanlığı’nın açıkladığı Eylem Planı’nı da değerlendiren Ümit Şahin, “Marmara Denizi’nin koruma alanı ilan edilmesi önemli ama bunun nasıl yapılacağı, ne kadar finansman gerekeceği ve süresi belli değil. Kanal İstanbul’un getireceği yeni nüfus da kirliliği artıracaktır” dedi. Levent Artüz de Eylem Planı’nda ilk kez Marmara’nın kirletildiğinin konsensus olarak ortaya konulmasının önemli olduğunu belirterek, Marmara Denizi’nin koruma alanına ilişkin hukuksal altyapının acilen ortaya konulması gerektiğini söyledi. Artüz, “Marmara Denizi 1989’da öldü. Bundan ders çıkartıp benzer projelerden vazgeçmeliyiz” dedi. 

“Marmara Denizi’nde Neler Oluyor? Kirlilik, Isınma ve Müsilaj Sorunu” adlı webinarın tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz; https://youtu.be/Dpot1iF6F9A  

MARMARA MÜSİLAJ HARİTASI

https://prattsavi.github.io/Musilaj/

Müsilaj oluşumu, Akdeniz'de ilk defa 1729 yılında belgelenmiş, özellikle geçtiğimiz 30 yılda artan sıklıklarda gözlenmeye devam etmiştir [1]. Marmara Denizi'nde ise en belirgin müsilaj oluşumu 2007 yılında görülmüştür. 2007'deki deniz salyası birikimi, İzmit Körfezi'nden Çanakkale Boğazı'na kadar yayılmış ve bugünküne benzer bir şekilde, daha ağır sanayiden etkilenen ve akıntının Marmara Denizi'ne göre daha yavaş olduğu Körfez'de daha uzun süre ve yoğun bir şekilde kalmıştır [2].

Yine de, bu sene gözlenen vakanın öncekilere göre daha yoğun olduğu aşikâr. Çeşitli kaynaklara göre bu da beklendik bir durum ve birkaç parametrenin birleşimi. 

Her şeyden önce küresel ısınmanın müsilaj yoğunluğu ve yayılımı ile doğrudan etkisi var: Danovaro ve diğerlerinin 2009 yılında yayınlanan çalışması [3], inceleme yaptıkları 60 yıl boyunca Akdeniz'de görülen iklim anomalileri ile müsilaj patlamalarının doğrudan eşleştiğini gösteriyor. MGM'nin resmi istatistiklerine bakıldığında [4] Marmara Denizi'nin 1970-2020 yılları arasında 2°C'den fazla ısındığı görülüyor

İkincisi parametre ise tabi ki atık yönetimi. On yıllardır Marmara Denizi çevresindeki yerleşim alanları, denizi derin deşarj alanı olarak kullanıyor. Haritada nokta olarak yerlerini gördükleriniz, İstanbul'daki atık su deşarj alanları. Bu noktalar dışında denetimsiz deşarjların yapılıyor olduğu ve İstanbul dışındaki şehirlerin deşarj noktalarının bu haritada yer almadığı gerçeğini unutmamak gerek. 

Yeterli oranda arıtılmadan denize boşaltılan atık su, her ne kadar derinden deşarj edilse de, yılların birikimi ile bu atığın etkisi yüzeyde de kendini göstermeye başlıyor. 

Marmara Denizi'nin dip akıntısı kuzeye, Karadeniz'e doğru. Fakat yüzey akıntısı ters yönde: aşağıdaki gördüğünüz oklar, yüzey akıntısının basitleştirilmiş bir şeması [5]. Bu yüzey akıntısı deseni ve bilinen deşarj noktaları birlikte düşünüldüğünde, mevcut müsilaj dağılımı anlamlı hale geliyor ve yakın gelecekte ne şekilde yayılmaya devam edeceğine dair ipuçları veriyor. 

YÖK MÜSİLAJ AKADEMİK DEĞERLENDİRME SONUÇ BİLDİRGESİ

https://www.yok.gov.tr/Documents/2021/musilaj-sorunu-akademik-degerlendirme-toplantisi-sonuc-bildirgesi.pdf

ÖNERİLER 

1. Acil Durum Önerileri 

• Marmara Denizi’nin tüm çevresinin belli bir plan dahilinde “koruma bölgesi” olarak ilan edilmelidir. 

• Balıkçılık sektörünün yaşadığı güçlükler ivedilikle takip edilmelidir. 

• Boğazda meydana gelebilecek kazalara karşı eylem planlarının oluşturulmalıdır. Gemilerin dümen kilitlenmesi, pervane kırılması gibi sorunlar uluslararası gemicilik ticaretini etkileyebilecektir. 

• Atık suların arıtıldıktan sonra denize geri verilmemesi ve sulamada kullanılması sağlanmalıdır. 

• Karasal kökenli girdiler, ileri biyolojik arıtımdan geçirildikten sonra derin deşarj yapılmalıdır. 

• Müsilajın zamansal ve mekânsal dağılımı belirlenerek, Marmara kıyılarındaki hareketli platformlarla reaktif oksijen dozlamasının araştırılarak yapılması temin edilmelidir. 

• Mevcut arıtma tesislerinin ileri arıtım teknolojileri ile (membran, reaktif oksijen vb…) entegrasyonu sağlanmalıdır. 

• Konu ile ilgili bir İzleme Komitesi kurulmalıdır. 2. Eğitim ve Araştırma İle İlgili Öneriler 

• YÖK 100/2000 Doktora Programlarında Denizcilik ve Su Çalışmaları alanlarının bursiyer sayıları arttırılmalıdır. 

• Bu alanlar, proje çağrılarında öncelikli kapsamına alınmalıdır. 

• Araştırmaların daha geniş olarak fonlanması temin edilmelidir. 

• Marmara Denizi’ne özel çalıştaylar düzenlenmeli, akademisyen ve öğrencilerin düzenli bir araya gelmesine imkân verilmelidir. 

• Araştırmalarda kullanılan gemilerin oldukça eski oluşu sebebiyle, Deniz Araştırmaları ile ilgili gemi ve alt yapıları desteklenmelidir. 

• Deniz Bilim yüksek lisans ve doktora eğitimi, farkındalık/topluma hizmet çalışmaları ve uluslarasılaşmayı da içeren bütünleşik bir Deniz Bilim Yükseköğretim Stratejisi ile Türkiye denizlerinin sağlıklı, dayanıklı ve mavi ekonomik kalkınmayı da destekleyici bir işlevi olması sağlanmalıdır. 

• Hem sağlıklı bir Marmara'ya ulaşmak için yeni nesil akademisyenleri yetiştirmek, hem de mavi ekonomiye geçişi desteklemek için gereken profesyonel insan ihtiyacı, yüksek lisans, doktora post-doktora eğitimini destekleyici politikaların geliştirilmesi, ulusal ve uluslararası değişim programlarının öğrenci ve akademisyenlikte desteklenmesi yoluyla karşılanmalıdır. 

DİĞER DEĞERLENDİRMELER

 • Küresel ısınmanın önümüzdeki yıllarda daha fazla olacağı göz önüne alınarak model, tahminler ve senaryolara göre diğer bütün faaliyetler hakkında önlemler özel tedbirler alınmalıdır. 

• Denizlerimizin korunması konusunda okullarda farkındalık çalışmaları ve vatandaşı bilgilendirme çalışmalarını yapan üniversitelerimizin sayıları arttırılmalıdır. 

• Marmara’ya komşu belediyeler daha fazla sorumluluk üstlenmeli, özellikle arıtma ve atık konusunda yeni düzenlemeleri ve denetlemeleri devreye sokmalıdır.  


Üyelerimizden Temmuz Değerlendirme Yazıları

Üyelerimizden Temmuz Ayı Değerlendirmeleri Bu ay toplumsal cinsiyet eşitliği aktivist grubunda regl yoksulluğundan bahsettik. İlk konu olara...